İznik dünyasına hoş geldiniz
İznik dünyasına hoş geldiniz
Şubat 04, 2017 4 Dakika okuma
İznik çini sanatı için 'Ateş Oyunu' diyor. Bu sıra dışı iznik çini sanatını anlatırken gözleri parlıyor. Tam anlamıyla bir iznik çini aşığı. Enerjisi, sanatçı kimliği ve güzel sohbeti. Hayranlıkla dinliyoruz.
- Kütahya için çok önemlisiniz. İznik çinileri Kütahya çinilerinden neden bu kadar meşhur?
İznik Saray'a yakındır ve çevresinde kuvars madenleri vardır. Ulaşım kolaylığı vardır. Kütahya saraydan daha uzaktır. Bu nedenle çini İznik'te gelişmiştir.
Ustaların çizdiği desenler Osmanlı sarayına daha kolay aktarılabiliyordu ve bu nedenle İznik çinisi zirveye ulaştı. Literatürde şöyle deniyor: İznik bir saray sanatıdır, Kütahya bir halk sanatıdır. İmparatorluk sona erdiğinde İznik sanatı da biter, Ama halk sanatı yaşamaya devam eder. Bu yüzden Kütahya da İznik kadar önemlidir.
- Birçok ülkede sergiler açtınız, kendinize ait bir tarzınız ve üslubunuz var, bize bundan bahseder misiniz?
Çini sanatına başladığım 1975 yılında İznik çinileri tarihe gömülmüştü. Kütahya'da çok ilkel çalışmalar yapılıyordu. Kompozisyonlar özden koparılmış, renkler orijinalinden çıkmış, pastel renkler üretiliyordu. Ama İstanbul'da Topkapı Sarayı'nda, Rüstem Paşa'da, Türk İslam Eserleri Müzesi'nde Çini Köşkü'nde gördüğüm eserler muhteşem ve inanılmaz güzeldi. Sanatın geri gelmemesinin sebebinin bu olduğunu, sanattan çıkış yolum olduğunu söyledim. Sıradan bir öğretmendim, lise bile değildim, köy öğretmeniydim o yıllarda.
Bu sanatsal zevk öğretmenlerimiz tarafından aşıldı. Atalarımız inanılmazı fark etti, sanatlar imkansızı başardı. İznik çini sanatında estetik, zarafet, uyum ve denge, bir kompozisyon güzel, kısacası her şey var. Önce bu sanatın adını değiştirmek zorunda kaldım. Çini nedir diye sorduğumuzda genelde seramik türü cevabını alırız. Ama benim için çini sanatı; bir göz müziğidir, bu müziğin notaları zambaklar, karanfiller, sümbüller, güllerdir. Müzisyenler iki notadan beste yapamazlar ama biz sadece mavi ve beyazı kullanarak güzel besteler yaparız.
Başka bir anlamda, Çin'i incelediğimde mercan, turkuaz ve zümrütün orijinal renklerini gördüm. Bunlar mücevherdi, atalarımızın ufuklarına bakar mısınız? Yani değerli taşları sır altına saklıyorlar, mücevher renklerinin bulunduğu mekanlarda yaşamak istiyorlar. Neden, çünkü bu değerli taşlar insanlara pozitif enerji veriyor ve huzur veriyor.
Kanuni Sultan Süleyman'dan bir anekdot aktarmak istiyorum: Padişah iki sanatkarı kabul etmekten çekinmez, biri terzi, diğeri İznik ustasıdır. Araştırdığımızda terzinin onun süsü, çininin sarayın süsü olduğunu görürüz. Sanatkarlar heyecanla gelip eserini padişaha gösterirler. "Ben sizin için yaptım" der sanatkar. Padişah altın vererek ödüllendirir. Sanatkar daha güzel, huzurlu, güzel eserler yapmak için heyecanla atölyesine yönelir. Türk çini sanatı 700 yıllık imparatorluğun sanatıdır. Dünyada hiçbir ülkede böyle bir sanat yoktur, Türk çinileri bizim kendi sanatımızdır, Türklerin sanatıdır, büyük Osmanlı imparatorluğunun sanatıdır. Saray sanatçıları Allah'ın yarattığı güzellikleri bu kadar güzel anlamışlar ki, bu güzellikleri görmek için derinlere inmişler. Önce kağıda göndermişler, sonra toprağa, sonra fırına vermişler ve en sonunda bu güzel şeyler ortaya çıkmış.
-Çin'in mavi, yeşil, turkuaz ve kırmızı renklerinden bahsedelim, oldukça sınırlı.
Sultan Mehmet İstanbul'u fethettiğinde dünyanın dört bir yanından hediyeler geldi ve Japonya ve Çin'den porselen hediyeler geldi. Bu porselenler sadece mavi ve beyazdı. Sultan zanaatkarlarına "Daha güzel yapın" dedi. Doğada sadece mavi ve beyaz renk yoktur. Saray bahçesinde zambaklar, karanfiller, sümbüller, şakayıklar, çiğdemler vardır. Saray zanaatkarları renk arayışındadır. Önce turkuaz yaptılar, yani kendi rengimiz, sonra zümrüt yeşili, sonra da mercan kırmızısını işlerine taşıdılar. Mercan kırmızısı 1550 ile 1575 yılları arasında varlığını sürdürdü, ardından artık üretilmedi. Çünkü kırmızının sırrını keşfeden usta, formülü kimseye söylemediği için onunla birlikte toprağa gömüldü. 1991'e kadar durum böyleydi. Mercan üzerine on yıllık bir araştırmam vardı. Her fırında kırmızıyı test ediyordum. 1991'de Güzel Sanatlar Fakültesi'nde sergiyi açtığımda fakülte dekanı *Prof. Nurhan ATASOY, "Oğlum, bu iş tamam, basını çağırıyorum" diyor. "Tarihteki mercan geri döndü" diyor Hürriyet Gazetesi'ne. Analizler, uranyum madeninin mercan, demir, selenyum olduğunu gösteriyor. Ve mercan kırmızısı tekrar dünyaya geldi.
-Muhsin Demironat - İstanbul Güzel Sanatlar Fakültesi- çok önemli bir profesör. Dr.Muhsin Demironat'ın öğrencisisiniz. Mercan çalışmalarınızda onunla mı çalıştınız?
Röportaj yaptığımız bu odaya onun adını verdim. 1975 yılında *Vehbi Koç, *Muhsin Demironat, diğer değerli insanlar, bu Türk çini sanatının canlanması gerektiğini söylediler. Kütahya'dan Vehbi Koç'a çini götürdüler. Ama götürülenler eskisi kadar güzel değil. Bu yıllarda yapılan Çiniler çok ilkel. Vehbi Koç Ticaret Odası'nda bir yazı yazıyor: "Kursiyerlere günlük 10 lira verin, bu sanat gelişir." O yıllarda Türk çini sanatını geliştirmek için İstanbul'a gittim. O zamanlar iki seçeneğim vardı, ya tatile gidecektim ya da bu kursa gidecektim ve kursu seçtim.
Muhsin Hoca o zamanlar 60'lı yaşlardaydı. Bir hikaye anlatmak istiyorum: Kusurlu çiçek; marul stilize edilmiş. Bu resmi derse götürdüm. 'Olmaz' dedi. Tekrar tekrar 8-10 kere götürdüm resmimi. Olmadı dedi ama biliyorum oldu, biliyorum çiziyorum. Sonra boş bir kağıt alıp 'Bana çizer misin?' dedim. O çiziyor, bitirince ben alıp yerine gidiyorum. Beş on dakika sonra tekrar götürüp 'Bu sefer olur mu?' dedim. 'Olmaz' dedi. 'Sen çizdin' dedim. 'Bak oğlum' dedi, 'Ne benim resmim, ne senin resmin, çiz oğlum çiz!' 'Bu hat sanatı, sen bu bileğinin ve sağlığının kıymetini biliyorsun, ecdadın yaptığını tekrarlamaya vaktin yok, güzel yorumlamaya çalışmalısın' dedi. Güzel yaklaşım güzel bulur, güzellik yolu mutlaka güzeldir. Ferhat gibi, Kerem gibi, diğerleri gibi.
-Dünyanın birçok yerinde sergi açtınız. Sizi ve eserlerinizi nasıl karşılıyorlar? Sizce dünyaya tanıtabilir miyiz?
Dünya çapında 47 sergi açtım, yakın zamanda İngiltere'de. Hiçbir eserimle geri dönmedim, hatta Indiana'daki eserlerim bile 12 dakikada tükendi. Sanatımızı bizden daha iyi biliyorlar, kısacası bizi bizden daha iyi tanıyorlar.
Ailelerini tanıyorlar, çalışıyorlar, okuyorlar, seyahat ediyorlar, görüyorlar, beyinlerine işliyorlar. Eserlere yaklaşım tarzı, sizinle konuşma tarzı, gözlerinizdeki ışıltı, gördüğünüz nezaket. Dünyanın birçok yerinde onurlandırıldım. Rektörler, valiler, belediye başkanları ama en önemlisi UNESCO'nun Türk çini sanatının "Yaşayan İnsan Hazinesi" olarak seçmesi. Çok gururluyum.
-Günümüzde bir modernleşme hareketi var, sizin bunu modernleştirmeniz mümkün mü?
Çiçeklerin özelliklerini bozmadan yeni uygulamalar yapılabilir. Ama lale lale gibi kalmalı, karanfil karanfil gibi kalmalı, gül gül gibi kalmalı. Bu çini sanatının özelliğidir. Alfabedeki harfleri değiştiremiyorsak, tasarımların rengini, karakterini değiştiremeyiz.
-Bu başarı hikayesi tam olarak nasıl başladı?
1986 yılında Kütahya'da ilk uluslararası çini sempozyumu düzenlendi, üç kategoride yarışma yapıldı. Herkes gibi ben de hazırlandım, önceki yılların kazananları da yarışmaya katıldı. Jüride altı yabancı, altı yerli jüri vardı. Üç kategoride yarışma sonuçları açıklandığında iki birincilik, bir ikincilik kazandım. Kütahya'da çok güzel bir sese kavuştum. Nereden geldiğin derler. Ulusal ve uluslararası basında büyük yankı buldu.
-Bir fincan yaparken aynı heyecanı bir yemek yaparken de yaşıyor musunuz?
Sanatsal değer açısından en büyük eserimle en küçük eserim arasında bir fark yok ama büyük eser ortaya koyduğunuzda heyecanınız daha da artıyor.
-Bu sanatı yapmak isteyen gençlere önerileriniz nelerdir?
Bu yapayı seven herkese kapım açık. Bu sanatı insanlığa öğretmeliyim. Bugüne kadar beş binden fazla eser yaptım. UNESCO ödül töreninde. "Bu sanatı kim sürdürecek?" diye sordular. Cevabım "oğlum" oldu...
Nisan 08, 2025 1 Dakika okuma
En yeni İznik çinilerini keşfetmek, özel tekliflerden yararlanmak ve Türk sanatının güzelliğini birlikte kutlamak için bize katılın.